bankanın merdivenlerine oturmuş engelli gazetesi satıyor. bu saatte orda oturuyor olmasında bir şey, beni tutup geri döndürüyor, yanına oturuyorum. halbuki birazdan anlatacak, diyecek ki bana kalsa sabaha kadar burda otururum, evde dört duvardan başka ne var- ama dileniyor derler diye çekiniyorum.
bugün beş gazete satmış, benimkiyle beş. onikibuçuk lira kazanmış. biraz konuşup biraz susarak bir saat kadar oturuyoruz, o bir saatte bir tane daha satıyor.
iki yetişkin çocuğum var. memleketteyken param olmadığı için evime gidemezdim ama kapının önünde oturup çocuklarımın seslerini dinlerdim. allah eski eşimin tuttuğunu altın etsin. bana çektirdiği üzüntülere rağmen, ne muradı varsa olsun. çünkü çocuklarımın annesidir, hem de kötü yola gitmemiştir.
(yakışıklı, efendi bir adam. sesinde beklemediğim bir yumuşaklık var. ellili yaşlarda. kafasında köylü kasketi, üç beş günlük sakal.)
vaktin varsa sana bir masal anlatayım. (var, var) (herkes ne ederse kendine eder konseptli masalı, üzücü sonunu beğenmediğim için buraya almıyorum)
(yolunu nasıl buluyorsun, ben gözümü kapatsam bir yere gidemem) bak sana anlatayım. burdan otobüs durağı 420 adımdır. başkasının adımıyla belki elli, benim adımımla dörtyüzyirmi. ayaklarım da sakat benim. kenardaki taşlar yok mu, onlara değneğimi değdire değdire yürürüm, son taştan üç adım sonra dönerim, direğe varırım, direğin karşısı otobüs durağıdır.
ben sadece gazete satarım. yemek verirler, almam. gazete satmaya başlamadan önce günde üç domatesle bir ekmek yerdim. akşamki ekmeğin birazını sabaha bırakırdım, içine koymak için de yarım domates bırakırdım. artık para kazanıyorum, on tane barbunya, on tane de balık konservesi alıyorum, bana oniki gün gidiyor. bunlar bana dünyanın en güzel yemeğidir, neden, çünkü kazandığım parayla, kimseye muhtaçlık etmeden yediğim yemektir. limon da sıkıyorum tabii barbunyaya, doğru dedin, limonsuz olur mu.
evde sadece bir sünger, iki de yastık var. bir battaniyem var, yeter bana. yok yorgan lazım değil. tüp yok. (benim çok arkadaşım var dayı, evine eşya, tüp filan hallederiz istersen?) çok arkadaş iyi değildir. iki tane dostun olsun, hakikatlisinden. belediye aradı geçen gün, eve gelip bakacaklarmış, neye ihtiyacım varsa getireceklermiş. 480 lira engelli maaşım var, eve 430 veriyorum, otuz lirası su parası.
oğlumun bir youtube kanalı varmış, orda şarkı söylüyor, çok takipçisi olursa para kazanacakmış. engelli gazetesi alanlara oğlumun kanalının adı yazan kağıt veriyorum, akşamları bazen beni arıyor, baba üç kişi daha geldi, diyor. oğlum mutlu olduğu zaman benim sanki bin tane gözüm oluyor hepsi açılıyor.
telefonda oğlumla konuşurken engelli gazetee diye bağıracak oluyorum, oğlum üzülüyor, keşke o işi yapmasan baba, diyor. işin iyisi kötüsü olmaz ama üzülüyor işte. bu sebepten memlekette değil burda satıyorum, çocuğum rencide olmasın diye. buraya geleli dokuz ay oldu. ilk günler adımlarımı sayıyordum, artık saymadan gelip gidebiliyorum.
geçenlerde bir kadın çok israr etti, bana bir torba vermek istedi. kimseden bir şey kabul etmem aç olsam da aç değilim derim kimsenin yemeğini yemem. ama senin için getirdim dedi illa alacaksın dedi. üç tane simitle üç de poğaça var dedi. peki dedim çantamı aç içine koy dedim. akşama doğru ağzım sigaradan fena oldu, elimi çantaya attım ki sanırsın taş. belki beş günlük, on günlük taş gibi simit. hemen kalktım eve gittim. dedim allahım hadi benim gözümü kör ettin, ben sana bir şey yapmadım ya, ya ben o kadına ne yaptım ki bana taş gibi bayat simidi zorla veriyor. çok ağladım. ben bu duruma düşecek insan mıydım diye ağladım. allahım yine sana havale etmiyorum o kadını, ne fena bir şey yaptığının farkında değil, dedim. halbuki allah’a söz vermiştim, artık senden başka kimse bana gözyaşı döktüremeyecek allahım demiştim. sözümü tutamadım allahım kusuruma bakma diye diye ağladım. öyle arkadaşım gibi konuşurum ben allah’la.
mesela bak bugün evimde barbunya konservem var diye allah bana çok gazete sattırmadı, çünkü biliyor, aç değilim. allah beni hiç aç bırakmaz, çaba gösterdiğimi, burda otururken engelli gazetesii diye seslendiğimi görüyor. gazete satmaya başlamadan önce aç kalıyordum, çünkü çaba göstereceğim bir işim yoktu. allah çabanı görür. kimse meşguliyetsiz kalmasın. meşguliyeti olmayan insanın karnı aç olur, her şeyi yapabilir.
sabah kahvaltısı için bizim sokakta iki çay içiyorum bir de çıtır yiyorum, ortakmışız gibi her sabah dörtbuçuk lira bırakıyorum çaycıya. aslında çay değil neskafe seviyorum, üçübirarada yok mu, ama bu çaycının neskafesi güzel değil.
telefonumda kayıtlı iki numara var, biri oğlum biri kızım. onları çok seviyorum. kızım misafirdir. misafir, yani nişanlı. bu telefonu buraya koysam gitsem üç gün çalmaz, beni kimse aramaz.
eve gittiğimde yorgun oluyorum, telefondan o şarkıyı dinliyorum, nalanım şarkısını, bitince bir daha bir daha dinliyorum, en son yusuf hayaloğlu’na da da kızıyorum, sana da, nalan’a da, diyorum, kapatıp uyuyorum.
(artık nasıl bir izlenim bıraktıysam) bak senin gidecek yerin yoksa söyle. anahtarı bölüşürüz, benim evime gider uyursun. ben gelmem. seni rahatsız etmem. evde barbunya konservesi de var, karnını doyurursun. kapıma kimse gelmez, evin kapısı bize ait yani. rahatsız olmazsın. istediğin kadar kalabilirsin, ben gelmem.
sen ne iş yapıyorsun? yazar? manası ne? güldün ama ne manada şeyler yazıyorsun demek istedim.
hamiş: oğlanın youtube kanalı son ego. ego akif.