yol arkadaşlığı

dolmuştan indim gugıl haritası açıyordum, bir adam dedi ki nereyi arıyorsun. çinili hamam sokak. biraz beraber yürüdük. turşucuymuş. bizim mahallede ve kadıköy’de şubeleri varmış. iyi de bizim mahalledekinin turşularını beğenmediğim için çarşıdakine gidiyorum ben, ikisi aynı turşularmış. yol ağzında ayrılırken sordum, peki sirke mi limon mu. tabii ki limon, dedi.
limooon diyen adile naşit miydi münir özkul muydu.
bakkala girdim yol sormaya, genç bir delikanlı çok ayrıntılı tarif etti sonra sordu, anlat abla yolu anlamış mısın. anlatamadım, kıyamadı benimle geldi. on sene hamidiye suyu taşımış evlere, ondan öyle ayrıntılı tarif edebiliyormuş. yirmi damacanayı bişey marka (unuttum ne marka) arabaya yükleyince araba karda kayarsa damacanalar ne olur, bunu anlattı uzun uzun. ilgiyle dinlenmeyecek gibi değildi. ayrılırken elimi sıktı haklarını helal et abla, dedi. ismi habip.
halim varsa sahici insanlara yol sormak gugıl haritasından daha iyi.

kitapçı dükkanı

üsküdar doğancılar parkı yanında hezarfen kitabevi var. geçen sene yine mahasti kia’nın dert unutturan seramik atölyesinden çıktığımda keşfetmiştim, bir kere gitmişliğim var. içerdeki kitap seçkisi sanki bir kitapsever sade kendi sevdiği kitapları satıyormuş hissi vermişti, böyle bir kitapçı dükkanı açasım gelmişti.

melami kıssalarından başlıyorum. raflara yaslanıp istediğimi okuyabilirim, dükkan bana bu hissi veriyor. dükkanın sahibi, adının ömer olduğunu daha bilmiyorum, geliyor diyor ki abla ben karşıya gidiyorum, siz kitaplara bakmaya devam edin.

yanda bir oda daha var, büsbütün tuhaf, bana tuhaf, ama sahiden ilginç bir seçki. sandalyeye oturuyorum budizm sözlüğü, sonra eski maya inancı’nı karıştırıyorum. çirkinliğin estetiği diye bir kitap, biraz bakıyorum kafamı açıyor. timurlenk üzerine bir risaleyi bitiriyorum, timur ne acayip adammış. biraz abdülhamit hatıratı. hala ömer gelmiyor. aa tanpınar günlükleri üzerine bir kocaman kitap! dalıyorum, çok iyiymiş.

eve gideyim artık. çıkıyorum ama yolda içim rahat etmiyor, dükkan boş kaldı, ayıp olmasın, belki adam bana emanet ettiğini düşündü. dönüyorum, o da gelmiş zaten. bari şu tanpınar hatıratının fiyatını sorayım. internetten bakıyor, kırkyedi lira, ikinci el otuzyedi, abla otuzbeş ver, diyor. daha dün müydü, artık biraz kitap almamaya karar vermiştim. haftaya seramik atölyesine geldiğimde alayım diye düşünüyorum, ben gelicem diyorum. ömer kitabı alıp çantamın üstüne koyuyor. abla sen al bu kitabı, koy çantana, başka zaman geldiğinde başka kitap alırsın. dur parasını vereyim. yok abla sana hediye ettim. aaa sen ne biçim kitapçısın, parasını vereyim. beş lira on lira varsa ver bari abla, için rahat etsin. kart var şurdan al ayol. yok abla sana hediye ettim artık. on liramı alıyor, başka para almıyor.

sen ne biçim kitapçısın diye iki defa diyorum hatta, şaşkınlıktan teşekkür ettim mi emin değilim. böyle bir kitapçı dükkanım olursa ömer gibi bir insan olayım.

eve dönerken dünya daha hafif. insan inceliği var ya, çok şifalı bişey.

kekki

sabah ortaokul arkadaşlarımla pazara gittik. üç saat uyumuştum ama altıda yataktan mutlulukla kalktım, çünkü uyku çok güzeldir ama kekki daha güzel, uykudan daha çok lazım.

kekki, yani, japonların anlatımıyla, hayat enerjisi chi/ki’nin yedi çeşidinden en temel olanı. kan’ın ki’si, kan enerjisi. kök çakra enerjisi diyebiliriz. yedi tane hayat enerjisi çeşidinden sadece kekki’yi kendimiz yapıyoruz. kekki temel taşı gibi, öbür enerjiler kekki’nin üstüne inşa oluyor. en önemlisi yani, bizim kekki.

hayatın akışına girip birbirimizden beslendiğimiz, emniyet duyduğumuz insanlarla kedilerle filan birbirimizi beslediğimiz, hoş şeylerden konuştuğumuz, beraber itimatla oturduğumuz, yazıştığımız, güldüğümüz, birbirimize iyi geldiğimiz zamanlarda kekki yapıyoruz. yaratıcılık için de kekki lazım.

sarılmadık öpüşmedik ama masaya koca bir tabakta gelen menemeni birlikte kaşıkladık. evet o konuda biraz şey oldu ama türk olmak bazen biraz böyle bişey.

siz de yapın kekki.

mavi ışıklı

öndeki normal taksiye değil de içerisi mavi ışıklı gazino gibi görünene biniyorum. camları siyah. sigara da içiliyormuş. müzik? ne istersin abla? senin sevdiğin bişey olsun. hayatımda hiç duymadığım birilerini çalıyor. ankara mekanlarından çıkma bu adamlar abla, ben müzik dinlerken ırkına bakmam.
şarkılar çok içli. aşık mısın sen? yok abla, tam öyle değil, bizim hikaye başka. anlatsana hikayeni.
abla beni onüç yaşında evlendirdiler. onüç mü? roman mısın sen? romanım abla. sizde boşanma neden yok? bizde olmaz abla, biz alışırız birbirimize. iyi de niye boşanma yok? aslına bakarsan abla, söylemesi ayıp, bizde satın almak gibi olur, boşanmayız. adam gitse de kız kalır adamın annesi babasıyla. boşananlar var tabii, ama bizde yoktur. bizde ayrılan da yine döner birbiriyle evlenir. üç kere beş kere ayrılsa da yine birbirine döner bizde insanlar.
hikaye? onüç yaşımda evlendim abla, bir sene sonra çocuğum oldu. onyedi yaşımda üç çocuğum vardı, aşık oldum abla. ben otuzüç yaşımda yaptım hala çocuğa nasıl bakılır şaşırdım, sen nasıl baktın o yaşında? sorma abla.
aşık oldum, bana inat gitti evlendi abla. ayrılacaktım, ama ayrılma karından, dedi, yuva yıkanın yuvası olmaz dedi gitti, abla.
hala aşk acısı mı çekiyorsun? çekiyorum abla, dokuz sene oldu. allah kimseye uzun aşk acısı vermesin, çekilir şey mi dokuz sene. abla başlardaki gibi değil artık, ama bitmiyor. ben neler yaptım abla, koluma esmerim yazdım. karın da esmer inşallah? karım beyaz tenlidir abla. esmer o idi. hep façaladım kendimi. kolumu böyle boydan boya. karım da halime üzüldü. seviyorsan git al dedi.
o kızı gördüm, dedi ki benle konuşma cevahir, dedi, ben kürtlerle evlendim, seni öldürürler. eltimin telefonundan arayabilirsin dedi, ben o gün telefonumu kırdım abla, kırıldı, numarayı kaybettim. galiba hayırlı olmuş. hayırlı mı bilmem abla.
abla sen evli misin? bu yaşta mı aşık oldun? kaç yaşında? bu saatte onu mu görücen? oğlun biliyor mu abla? haa iyi o zaman. evlenirsiniz bu yaştan sonra, iyi olur.
işin rast gitsin cevahir. adımı nerden biliyon abla? e dinledim ya seni. sağol abla.